Okuma Sayısı: 3009
Kategori: GENEL KONULAR
Yorum Sayısı: 0
ZÜMRÜD-Ü ANKA
Pers mitolojisi kaynaklı Anka kuşunun binlerce yıl önce yaşadığına ve milattan önce neslinin tükendiğine inanılır. Perslerde, “otuz kuş” anlamındaki “Simurg” kelimesi ile bilinen Anka kuşu, farklı kültürlerde değişik isimlerle anılmıştır. Arapça ve Farsçada “Anka”, Türkçede “Zümrüdü Anka”, “Hüma” ve “Umay” olarak yer etmiş. İranlılar ise Simurg olarak adlandırmışlardır. İngilizce ve Almanca başta olmak üzere Avrupa dillerinde, Yunan kültüründe yer aldığı şekliyle “Phoenix” ifadesiyle yer almış. Bazı toplumlarda ise “Tuğrul” ismiyle anılmıştır. Farklı dillerde daha birçok ismi bulunmaktadır.
Zümrüdü Anka mükemmelliği, iyiliği ve bilgeliği temsil eden efsanevi bir kuştur. Anka Kuşu, mitolojide ateş kırmızısı renginde parlak tüyleri olan, boynu uzun, konuşan, düşünen bir kuş olarak tasvir edilir. Gözle görülmeyecek kadar yükseklerde uçar, Üzerinde mitolojik varlıkların yaşadığı ve ab-ı hayat (yaşam suyu) barındıran Kaf Dağı’nda, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Çok uzun ömürlü Anka Kuşu, ölümünün yaklaştığını hissetmeye başladığı an kendisine kuru dallardan bir yuva inşa etmeye başlar Daha sonra yuvanın içinde ölümünü bekler, yanarak ölür ve efsaneye göre küllerinden yeniden dirilirmiş. İran efsanesine göre bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca çok öğrenmiş, tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur. Birçok kültürde yer alan bu efsaneyi İslam tasavvuf kültüründe de Feridüddin Attar tasavvufun boyutları tarzında ele almıştır.
Zümrüd-ü Ankanın kelimelerin elverdiği ölçüde tanımlamaya çalıştıktan sonra birazda efsanesinin derinliklerine ilerleyelim. Kuşlar, hükümdarları olan Zümrüd-ü Anka’nın ters giden her şeye çözüm bulacağına, onun kendilerini kurtaracağına inanırlarmış. Gün gelmiş kuşlar dünyasında her şey ters gitmeye başlamış. Onlar da içinde bulundukları bu ahvalden kurtulmak için Anka’yı beklemeye koyulmuşlar. Ne var ki, Zümrüd-ü Anka ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Zümrüd-ü Anka’nın kanadından bir tüy bulmuş. Zümrüd-ü Anka’nın var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte hükümdarlarının huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.. Ancak Zümrüd-ü Anka’nın yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Ancak Kaf dağı öyle kolay ulaşılabilecek bir yerde değilmiş. Bu yuvaya ulaşmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi… İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri. Türlü zorlukların olduğu yedi vadi aşarak Kaf dağına ulaşmak kimileri için imkânsız, kimileri için sadece bir hayal ürünü, kimileri içinse yaşama tutunma amacı haline gelmiş. Daha yola çıkmadan vazgeçenler olmuş. En sonunda yola çıkmaya karar verenler göğe doğru uçmaya başlamışlar. Bu çetin yolculukta her vadinin kendine has zorlukları karşısında yorulanlar, düşenler, yollarından dönenler olmuş. Kimisi aşını hatırlamış, kimisi güzelliğini bahane etmiş, kimisi ise makamından vazgeçememiş..
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. En sonunda ümitlerin tükenmeye yüz tuttuğu anda son vadiyide geçmişler. Ve nihayet Kaf Dağı’na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış.
Ancak vardıkları yerde Zümrüd-ü Anka’dan ne bir iz ne de bir habere ulaşamamışlar. Ancak işin sırrının sözcüklerde gizli olduğunu farketmişler 'SİMURG' : Farsça “si”, “otuz” demektir… murg” ise “kuş”…
Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “Simurg otuz kuş” demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş. Bu otuz kuş, anlar ki, aradıkları sultanda, kurtarıcıda yine kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.
Birçok soru işaretini de beraberinde getiren bu efsane farklı kültürlerde değişik anlatılabilmekte ancak konunun özü aynı kalmaktadır. Anka kuşu bilgeliği, güzelliği, iyiliği, ihtişamı, şöhreti, tecrübeyi, mükemmelliği, olağan üstülüğü, kısaca kusursuzluğu temsil etmektedir.
Kusursuza ulaşma arayışı tarih boyunca sadece öğretilerin ya da efsanelerin konusu olmakla kalmamış insanların doğduğu andan itibaren her zaman hem kendisini hem de dış dünyayı kıyaslamasında da motivasyon kaynağı olmuştur. Günümüz insanının ulaşmayı arzuladığı mükemmellik bazen şekil olarak farklılaşsa da özünde ulaşılmak istenen kusursuzluk aynıdır. Mükemmelliğe ulaşmak yakın olduğu kadar ulaşılması da bir o kadar zahmetlidir. Mükemmeliyetçilikten muzdarip bireylerde aslında tıpkı “Zümrüdü Anka” efsanesindeki kuşlar gibi geçmeleri gereken vadilere takılıp kalmakta daha ileriye gidebilmekteler. Adeta şoka girmiş halde hareket edemez hale gelirler. Bu süreç ne kadar acı verse de kabullenememektedirler. Mükemmel olma arzusu bu vadilerin çetinliği karşısında kusurlu olma düşüncesine tahammül edememenin de bir yansımasıdır. Bu arzu, kişiden kişiye değişebilmekle beraber göreceli bir kavramdır. Bazı insanlar için her alanda “en” olmak, bazıları içinse ilgilendikleri alanlarda “en” olmak ya da “en’e” sahip olmak. Sonuç itibarıyla kusursuza ulaşma yolculuğunda, kusurları kabul etmedikçe pekte ilerlemek mümkün olmayacaktır. Konunun en önemli noktasına ise birey için gerçek mükemmelliğin tanımında ulaşabiliriz yani “İNSAN Olabilmek”. Bazen gülen bazen ağlayabilen, bencillikten sıyrılabilen, ötekini düşünebilen, sadece canlılara değil eşyaya da saygılı olabilen, ilkel dürtüleri ile hareket etmeyen, sevebilen dahası erdemli olma yolunda çabalayan varoluşsal amacını anlayıp bu yolda ömür geçiren insan olmak.
Mehmet Fatih Şiraz
Yorum Yaz